Benim sitem

İslama Göre Aşk

Bismillahirrahmanirrahim

 

Aşk, şiddetli ve aşırı sevgi; bir kimsenin kendisini tamamen sevdiğine vermesi, sevgilisinden başka güzel görmeyecek kadar ona düşkün olması anlamındadır. Arapça aslı “ışk” kelimesidir.

Kuran-ı Kerim ve sahih hadislerde aşk kelimesi geçmez; “sevgi” çoğunlukla hub ve muhabbet, bazen de meveddet kelimeleri ve bunlardan türemiş kelimelerle ifade edilir. Allah sevgisinden çok Allah korkusuna ağırlık veren ilk zâhidler de aşktan söz etmemişlerdir. İlk defa Hicri ikinci yüzyılda Allah ile kul arasındaki sevgiyi anlatmak üzere nadiren de olsa aşk kelimesinin kullanılmaya başlandığını gösteren rivayetler vardır.

Bununla birlikte özellikle ilk dönemlerde aşk kelimesinin Allah ile kul arasındaki sevgiyi anlatmak için kullanılmasına şiddetle karşı çıkılmıştır. Buna gerekçe olarak da: Aşk aşırı sevgi yani sevgide ölçüyü aşma anlamına gelir. Allah için böyle bir aşırılık düşünülemeyeceğinden O’nun kuluna olan sevgisine aşk denemez. Öte yandan kulun Allah’a duyduğu sevgi ne kadar güçlü olursa olsun yine de O’nu yeterince ve lâyık olduğu ölçüde sevemeyeceğinden kulun Allah sevgisi de aşk diye adlandırılamaz.” görüşü ifade edilmiştir. Hatta bu nedenle o dönemlerde “"Ben Allah’a âşıkım, O da bana âşıktır" sözünü sarf eden bazı kimseler kafirlikle suçlanmıştır.

Zamanla aşk kelimesine karşı müsamaha artmış hatta aşkın dinde yerinin olduğunu ispat etmek için deliller ortaya konulmuştur. Mesela “İman edenler Allah’ı daha şiddetle severler”1 ayetindeki şiddetli sevgiden maksat aşktır. Tevbe suresi 24. ayet-i kerimede de müminlerin Allah’ı her şeyden çok sevmeleri gerektiği belirtilmiştir. Enes (R.A.)dan rivayete göre Resulullah (S.A.V.) Efendimiz “Sizden biri, beni, babasından, evladından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş sayılmaz”2 buyurmuştur. Mutasavvıflar bu manaya gelen ayet ve hadislerden Allah’a ve resulüne âşık olmanın lüzumu manasını çıkarmışlardır.

İslâmi literatürde aşk ilâhî ve beşerî olmak üzere başlıca iki anlamda kullanılmış, ilâhî aşka genellikle “hakiki aşk”, beşerî aşka da “mecazî” veya “uzrî aşk” denilmiştir.

Gerçek âşık kalbindeki Allah sevgisine hiçbir varlığın sevgisini ortak etmez. Bu yüzden başka şeylere karşı duyulan sevgiye ancak mecaz yoluyla aşk denebilir; çünkü ortağı olmayan, dolayısıyla ortaksız sevilebilen tek varlık Allah’tır.

Mutasavvıflara göre aşk beş çeşittir: Behîmî (hayvanî), tabiî, ruhanî, aklî ve ilâhî aşk.

Behîmî aşk, ayyaş, günahkâr ve aşağılık kimselerin tanıdıkları nefs-i emmârenin eseri olup aslında hevâ ve hevesten ibaret olan aşktır; şehveti ve nefsî arzuları tatmin etmeyi hedef alır. Mâkul ve meşru çerçevede olmayan behîmî aşk kötü ve günahtır.

Tabiî aşk, unsurlardaki letafetten hâsıl olan maddî ve cismanî bir aşk olup aklın ve ilmin hâkimiyetinde olmazsa kötüdür.

Ruhanî aşk seçkinlerde (havas) bulunan, maddî ve manevî güzelliklere karşı duyulan aşktır. Böyle bir aşka tutulan kimse kendisini şehvetten korursa bu aşk onu arifler derecesine ulaştırabilir. Melekût âlemine çıkmak için merdiven vazifesi göreceğinden bu aşk makbul sayılmıştır.

Aklî aşk ise melekût âleminde tecelli eden güzellikleri temaşadan hâsıl olur. İlâhî aşka buradan geçilir. İlâhî aşk, aşkların en yücesidir.

Sûfîler mâkul ve meşru çerçevede kalması şartıyla her çeşit aşkı iyi sayar ve birinden öbürüne geçe geçe aşkların en yükseği olan ilâhî aşka ulaşmak isterler. Buna engel olduğu için şehvet, süflî arzular ve nefsânî isteklerin tesirinde kalan aşkı kötüler, bunun hevâ ve hevesten ibaret olduğunu söylerler.

Mutasavvıflar baştan beri akılla Allah’a varılamayacağını, O’na ermenin ancak sevgiyle olacağını savunmuşlardır. Miraçta söz konusu edilen Cebrail aklı, refref aşkı temsil eder. Cebrail Hz. Peygamber’i bir noktaya kadar götürebilmiş, daha ileri götürmesi için onu refrefe teslim etmişti. Demek ki Allah’a giden yolda akıl belli bir yerde durmak zorundadır; bu noktadan itibaren insanı Allah’a götüren aşktır. Mutasavvıflar aşk ile manevî miraç yapılabileceğini söyler, kendilerinin böyle miraçları bu¬lunduğunu ileri sürerek buna “mirâc-ı muhabbet" veya "mirâc-ı aşk" adını verirler.

Mecazi aşktan ilahi aşka geçiş kolay değil ama imkânsız da değildir. Unutmayalım ki mecazi aşk sadece insanlar arasında değil, dünyanın mal-mülk, makam, mevki gibi hususlarda da geçerlidir.

Her insan sevgisini, aşkını iyice düşünse ve sorgulasa, neden sevdiği sorusunun cevaplarının peşinde olsa, bu şekilde ortaya çıkacak menfaatlerin ne kadar geçici olduğunu görecek, bu şekilde ilahi aşkı aramaya çıkacaktır.

Bunun en güzel örneği Leyla-Mecnun kıssasıdır denilebilir. Mecnun, Leyla’ya sevgisinden deli-divane olur. Çöllere düşer. Gözleri Leyla’ya benziyor diye, çölde ceylanlarla arkadaş olur. Bir gün bulunduğu yere bir köpek gelir. Kimse ilgilenmezken, Mecnun köpeğe büyük ilgi gösterir. Niye böyle yaptığını sorarlar, “Siz bilmiyorsunuz, bu köpek Leyla’nın diyarından gelmiştir” der. Neticede, Leyla’yla bir araya geldiğinde, hayır, der, Leyla sen değilsin, Leyla başka... Böylece Leyla’dan Mevla’yı bulur. Kendisindeki mecazî aşk, gerçek aşka dönüşür.

Aşk duygusu günah mıdır? Yani bir kimse başka birine âşık olabilir mi?

Mecazi aşk günah değildir. Aşk duygusu zaten kişinin elinde olmayan bir duygudur. Sevmeyi, bu duyguyu insan fıtratına koyan Rabbimizdir. Kuran’da anlatılan Yusuf-Züleyha kıssası bize aşkın varlığını göstermektedir. Fakat her şeyde olduğu gibi bu konuda da bir sınır, bir ölçü vardır.

Dinimiz insanların dünyevî ve uhrevî bütün durumlarına ölçü getirmiştir. Konuşmalarına, yiyip içmelerine, ticaretlerine ölçü koyduğu gibi; fikir ve his âlemlerine de ölçüler koymuştur.

Aşk duygusu asla haram fiillerin işlenmesine sebep olmamalıdır. Aşk eğer insanı Allah'a isyan olacak işlere, flört gibi ilişkilere, nikahsız baş başa kalmaya, zinaya götürecek olursa, bu durumda İslam tarafından kabul görmez.

İslamda aşkın karası değil, akı vardır. Kara sevda, kişinin iradesini, aklını elinden alır. Nasıl ki içkinin haram kılınmasının hikmetlerinden birisi kişiyi sarhoş edip iradesini, aklını almasıysa, bu türdeki bir aşkın da dinimizde yeri yoktur.

Tutku ise, istek ve özlemlerin aşırı haline denir. Tutku, zaafı beraberinde getirir. Zaaf ise esareti beraberinde getirir. Tutkunun bir diğer manası da saplantıdır.

Unutmayalım ki tutkularını kontrol edemeyen insan, tutkularının kontrolüne girer.

 

Site Ziyaretçilerinin Konumları Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol